Felsefe bir insani “düşünsel ürün” olarak insanlığın en kadim miraslarından biridir. Varlık (ontoloji), bilgi (epistemoloji), değerler (ahlak, siyaset, ekonomi, sanat…) başta olmak üzere, insanın karşılaştığı her türlü probleme rasyonel yöntemlerle çözüm bulma çabasıdır. Bu çaba öylesine kaçınılmaz bir uğraştır ki, insanoğlu, denebilir ki, daha başka başarılarıyla birlikte, felsefe ile yetkinleşebilmekte ve varlığını ve adını felsefedeki/düşüncesindeki başarılarıyla devam ettirebilmektedir. Bu nedenle yine denebilir ki, tarihte olduğu gibi bugün de “felsefesiz” toplumlar, bir “felsefesi olan” toplumların uydusu durumundadırlar. Dolayısıyla bir toplum “ne olarak varolmak” istiyorsa, bu isteğini “felsefesiz” gerçekleştirmesinin imkanı yoktur. Çünkü tarih ve günümüz tecrübesi bize göstermektedir ki, bilimlerin gelişmesi ve “iyi bir yaşam”ın tesisi, ancak felsefenin kılavuzluğunda mümkün olabilmektedir. Zira felsefe, hakikat sevgisiyle “hakikati” bulma arayışı ve erdemli yaşama uğraşısı olarak bir “doğru” düşünme ve bilme tarzı, insan ve toplumlar için bir erdemli yaşama biçimi sunmaktadır. Bu konuda, şüphesiz büyük Türk-İslam filozofu Fârâbî'nin deyimiyle “gerçek felsefe ve gerçek filozof” ile “felsefi şarlatanlık (zûr) ve sahtekâr filozof (mütefelsif)” ayırdının da farkında olunması gerekmektedir. Felsefenin bütün amacı ve bunun gerçekleşmesi için yaptığı bütün analizler, sentezler, bütüncül bakmalar, yanlış da olsa düşünceye değer vermeler, şiddetli denebilecek eleştirellikler… hep “Hakikat”in keşfedilmesine matuftur. Nitekim felsefenin değerini ve gücünü takdir edip bu konuda diğer toplumların önüne geçen milletler, tarih ve günümüz düşünsel vasatı şahitlik etmektedir ki, daha mesut (mutlu) ve rahat (müreffeh) bir hayat yaşamışlardır. Felsefe kısaca, klasik anlamda iyi/mutlu “bir yaşam biçimi” (es-sîre) ve bütün ilimleri ilkeler bazında bünyesinde barındırıp onlara yol gösteren bir “ilimler sisitemi”nin adı olarak anlaşılmıştır. “Bizim filozoflarımız” da bu anlayış doğrultusunda düşünce ve bilim üretmişlerdir ki bu anlayış, bütün hayatı mümkün olduğu ölçüde, yani eş-Şeyhu'r-Reîs İbn Sînâ'nın deyimiyle “insanın kapasitesinin elverdiği (bi-takati'l-insan)” ölçüde “hikmete uygun” yönlendirme çabası demektir.
İşte bu kitap, Türk-İslam felsefi mirasına sadece dikkat çekmek isteyen sınırlı çalışmaların bir toplamından ibarettir. “İpek Yolu: Bir Yol Bir Kuşak” projesi kapsamında yapılan 2024 yılı sempozyumundan düşünce ve felsefi mirasa vurgu yapan sunumların bazılarının bir araya getirilmesiyle meydana gelmiştir.